4 Kasım 2009 Çarşamba

met-üst'ten

- gerektiği kadar iyi yaşayamıyorum

- işin komiği 'gerektiği kadar iyi' nasıl yaşanır, onu da pek bilmiyorum

- devamsızlığım çok hayatta

- bir yıl düş'e dokunur gibi hiçbir şey yaşamıyorum, sonra, ertesi yıl bir gömülüyorum hayata ve aşk'a, kaldırabilene aşkolsun

- nerede, nasıl, ne zaman, kiminle, ne kadar daha fazla mutlu olunur, bilmiyorum

- olmadığım yerleri, yapmadığım şeyleri düşlüyorum bazen

- bazen diyorum: 'cinsim başka olsaydı daha mı mutlu olurdum acaba'

- dallıyorum günleri, bugünün ne içerdigine bakmadan, ertesi gün'e geçiyorum hemen

- yaşayacaklarımı hep son ana bırakıyorum

- kendimi çogunlukla yaşamayacak kadar yorgun hissediyorum

- ne yasarsam yasayayım, gözüm hep öteki hayatlar'da kalıyor bazen

- yaşamaya iyi konsantre olamıyorum

- bence hayat, cinselliğin önemli bir parçası

- bazılari çalıp-çırpıyor her şeyi, öteki hayatlar'dan otluyor hep bazıları

- sevişince acıkıyorum

- her sabah bir gün eksik uyanıyorum ömrümden

- kafamdaki insan, olamıyorum

- kendi ömrümdeymiş gibi rahat yaşayamıyorum

- herkes ağzına kadar başkası dolu

- içimde hiç kötülük yok.. bu çok kötü

- depremle yaşamaya da alışabilirim.. tamam.. olur.. fakat bir şartla: beni öldürmeyeceğine söz verirse

- ömrüm bir dönem çok açık kaldı, hayatıma kaç insan girdi hatırlamıyorum

- aslında ileride çok mutlu olunacak sota yerler biliyorum

- bazı sabahları dünya, çok zor alışıyor bana

- orjinal bir kaç insan arıyorum

- atsan atılmaz, satsan satılmaz bir yük gibi geliyor bazılarına hayat

- tez'siz, antitez'siz, gel bana hipotez, hipotez

- hayatta bir ağırlığım olsun diye, şişmanlıyorum

- üçün biri'ni seçerken bile ikilem'e düşüyorum

- yaşamak için sonsuz ideal bir yer var mı? ben bulamıyorum..

- yaşamam gereken bir çok şey ve yaş, başka bir çok şey ve yaşları düşünürken geçip gidiyor

- bazen çok geriden yaşıyorum

- ömrüm son bulduğunda neleri yaşamış olayım.. neleri yaşamış olmalıyım.. bilmiyorum

- bu benim ilk tecrübem dünyada

- bütün güzel kızları, iyi oğlanları kapmışlar

- bütün şahane mevzuları çok önceden konuşmuşlar

- bütün güzel pozisyonları biz yokken sevişmişler

- iyi bir ömür, hangi iyi bir ömürle kıyaslanabilir ki

- kim olarak öleceğimi, ne olarak kalacağımı bilmiyorum

- hayat, benden, zevk alıyor mu acaba bilmiyorum

- tanrı veya doğa, beni böyle kullanarak ne yapmak istiyorlar, pek anlamıyorum

- ancak yine de ömrümden geleni yapıyorum..

Metin ÜSTÜNDAĞ

Ege Biracılık ve Malt Sanayii

"dünyanın bütün teflon tavalarına.. ve kızlarına"

biriktirdiğim son parayı da kuruşu kuruşuna kiraya yatırdım.. en azından sekiz ay evsahipsiz çiçekler gibim rahattım.. yemem, içmem gereksizdi. hem hayli de bollucaydım. eşyasız, insansız cıscıbıldak evimde bir yatak, bir yorgan, bir de top'um vardı.. sıkıldı mı açıp çük'ümle oynuyordum.

bunca âdilik üstüste gelemezdi.. kesin deneniyordum.. mutlak sınanıyordum.. öyle saçma sapan acılar yaşıyor ve öyle kurgusu bazuka hüzünler tadıyordum ki, bu dönemi altlattıktan sonra kesin ya hazreti isa olacaktım ya da çarmıhı.

üç haftadır dışarı çıkmıyordum.. habire bira içiyor, habire bira işiyor, habire biraz üşüyordum.. birgün zart diye derya geldi. L salona dizdiğim bira şişelerini toparlayıp, poşetleyip bakkalda ticaretlendirdik. (tam 58 şişeydi.. hüzünlü günün kârı.)

sonra cennet bahçesi'ne gittik.. bira ve çay içtik.. cennet bahçesi'nin tuvalete bakan cüce çocuğu: "zkiim böyle cenneti.. zıçıp bırakıyorlar." diyordu. işte bu dedim.. şu sıra yaşadıklarımın konu başlığı bu: "zkimm böyle cenneti.. zıçıp bırakıyorlar"

sonra bir üç hafta daha dışarı çıkmadım.. kapıcı içerde canlı var mı gibisinden gelip gelip kapımda teftiş ossurukları savuruyordu.. kapının altından apartman masraf makbuzlar iteliyor fakat ben ödemiyordum.. camdan ses ediyordum, bakkal bira getiriyordu.

sonra birgün kapı çalındı.. baktım oosturuk, mosturuk kokusu yok.. yumuşak ve parfüm.. açtım baktım, bir kız.. herhangi bir kız kadar, güzel bir
kız.. elinde avucunda tencere, tava numunelik.. öylesine duralıyor.. bir süre
öyle bakıştık.. "ben pazarlamacıyım" dedi. kafam iyiydi. "ne güzel" dedim.
"ben daha ne bok olduğumu bilmiyorum." şaşırdı. "insanın kendisini bilmesi ve
adlandırması enteresan birşey olsa gerek." diye devam ettim.. yüzüme baktı, o
perişan hallerime.. gözleri herhangi bir kızın gözleri kadar güzeldi.. "bu ilk
günüm.." dedi. "ben daha tecrübeliyim." dedim.. "geçen sene yirmi altıncı
üçyüz altmış beş günü mü bitirdim.." herhangi bir genç kızın çok şaşırması
kadar çok şaşırdı.. "tam ümit yok bu hıyardan, en iyisi ben zikter olup
gideyim" diye düşünürken içinden, herhalde.. içimden hakim olamadığım
jülyetini kaybetmiş romeolu cümleler döküldü.. boru mu.. kaç zamandır, bırak
karşı cins.. bir insanla bile konuşmamıştım..

- "bana tencerelerden, tavalardan, teflonun faydalarından bahseder misin
lütfen.. n'oluur.. çok ihtiyacım var.." dedim.

herhangi bir kızın sinirlerinin aniden bozulması kadar sinirleri
aniden bozuldu.. tencere ve tavaları bana uzatıp öylesine güldü ki kendimi çok
iyi hissettim.. parasız, pulsuz dilekçe.

sonra içeri geçtik.. kalan biralarımdan ikram ettim.. eşyasız,
telefonsuz evimde yerlere tüneyip lafızlamaya başladık.. ona kötü geçen
çocukluğumdan, mercidabık savaşından, almanların polonya'ya saldırısından
bahsettim.. herhangi bir kızın beni sevindirik olarak dinlemesi kadar
sevindirik dinledi.. yüzündeki o ağzı, bir ay biçiminde hep yukarı kıvrıldı..
bir ara: "şu mına kodumun yuvarlak dünyasında yirmi altı yıldır var olduğumu,
ve hala kendime gelemediğimi" söyledim.. herhangi bir kızın annelik güdüleri
kadar annemlik yanlarımı güdüledi.

(hayır.. hemen yatmadık) bir hafta boyunca beni besledi.. yumurta ve
domates aldı, teflon tavasında yakışıklı menemenler yaptı.. menemenleri
herhangi bir kızın yaptığı menemenler kadar çok güzeldi.. (hayır.. sonra da
yatmadık.. hayır.. hiç yatmadık.) yatmayışı herhangi bir kızın yatmayışı kadar
çok güzeldi.. yani sonraya kadar..

sonra birgün bir adam vurdu kapımı.. o geldi hissiyatıyla açtım tabii
ki.. adam dedi: "elektriğinizi kesecem" dedi.. "elektrik kesme krizine mi
girdiniz" dedim. belki onun da sinirlerini bozarsam bir hafta da o besler diye
mi düşündüm acaba.. adam: "vazifemiz bu.. parasını ödememişsiniz..
elektriğinizi kesicem.." dedi. ben: "thomas edison, elektriğimi kesesiniz diye
mi elektriği icad etti" dedim.. yemedi.. "kes bakalım tomas'ı.. ben de artık
ölürüm" dedim. kesti ve gitti.. herhangi bir celladın kesişi kadar, güzel
kesti elektriğimi. mına koyamadığım hep içimde sakladığım tahsildarı.

dedim: "herhalde ölüyorum.. vaktim buraya kadar.. vadem yetti.. (hani
dostlarınız vardır, tüm mutluluklarını sizin kendinizi kötü olmanız varsayımı
üzerlerine kurmuşlardır ya.. işte öyle dostluklarım bile yoktu, şu anda.
fişimi kesmişlerdi dünyadan ve karanlıkta ölmeyi bekliyordum.. fakat ölmek
gelmiyordu.. kapıcı koymuyordu belki de yukarı, yabancı, ecnebi diye.)

bir gündüz teflon hanım yine çaldı kapımı.. herhangi bir teflon hanım
kadar çok ilaç gibi gelmişti bana.. "içeri gir, yere otur.. bana ses, bana
seda.. ışığımı kestiler.. beni kör kuyularda merdivensiz bıraktılar" dedim.
"kekre bana lezzetler kükre." dedim. "beni de kovdular.. şimdi ben de parasız
ve senin gibiyim." dedi. herhangi bir adam gibi herhangi bir çok sarıldım..
herhangi bir son kalan paralarımız kadar herhangi bir çok biralar aldık.

(evet.. sabah uyandığımda onun olmuştum.) o ise herhangi bir kız kadar
çok benim olmuştu.. herhangi bir adamın onun olması kadar onun olmuştum..
sonra, sonra hiç gelmedi.. ben de hiç dışarı çıkmadım.. geceyi, gündüzü ışık
hesabıyla anlıyordum.. ömrüm örümceklendi.

birgün ince, zayıf bir kadın geldi.. birlikte bir çocuk yaptığımızı ve
o çocuğun çok güzel olduğunu, şimdiye kadar annemlerde kaldığını ve boş boş
ona değil de aşağıya doğru bakarsam onu görebileceğimi söyledi.. baktım..
fırlama, fırlama gülüyordu.. ohhhlum..

kendimi kendimden kısıp, geri kalan kısmımı o çocuğa ekledim..

"haziran 1992"

Metin ÜSTÜNDAĞ

İsmimi Sormadı... İsmini Sormadım

"Sana ve tüm sandıklarıma.."

çok eski zamanlardı... daha kâmil değildim. daha bulamamıştım, bedeli
olacağım sözcük dizimlerini, "halk anlamaz" diyerek kendimi saklıyordum daha.
gece gündüz içiyor, kendimden geçiyordum.

köprüaltı'ndaydım.. köprüaltı'ndaydı.. köprüaltı'ndaydık.. köprü daha
altımızdaydı. az ötemde duruyordum.. az ötede duruyordu. gözlerimdeki hüzün,
"taşra baskısı.." gözlerindeki hüzün, "kızyurdu yalnızlığı.."

- eskiden, tekel birası vardı, dedim.

- efendim.. yoğurt mu dediniz, dedi.

- eskiden, tekel birası vardı dedim. daha dikik ve daha dolu. tamam
birası birazcık kamu arpalar içerirdi lâkin köprü'ye de yakışırdı.

- ha, şimdi amarcord'um.. evet hatırlıyorum.. bi de golden sakız
vardı. içinden artiz resimleri çıkan. en bir çok da ekrem bora.

ben dedim: "yanıma gelsene.. benimle kalsana.. yalnız benim olsana..
(susadıkça ankara gazozu)

o dedi: "gayet mümkün.." (geldi, kaldı, oldu)

ben dedim: "saçlarınız böyle tuhaf, örgülü.. Vadideki Hayat vardı..
hani dizi.. oradaki kızılderili jim'e benziyor."

o dedi: "ben Rudi Cordeş'i de severdim.. falkonotti ne adiydi değil
mi.. Ramona güzel kızdı.."

ben dedim: "bizim televizyonumuz yoktu.. şimdi acayip bulvar olan bir
aile bahçesinde, çekirdek yiyerek, kaçak Dr. Kimbıl'ı seyrederdik mahallecek."

o dedi: "biz de televizyonu Küçük Ev'in büyük kızı Meri Ingıls'ın kör
olduğu bölümde almıştık."

ben dedim: "beyoğlu civarında şimdi "fast food" ve "atari salonu" olan
her yer, o zaman birahane salonuydu.. değişim en önce beyoğlu ve beyazıt'a
yansıyor bu istanbul'da."

o dedi: "bir çocuk sevmiştim lise'de.. tıpkım eski Tarık Akan.. hani
yerli filmlerdi.. hani uzun saçları ve renkli gözleri vardı onun.."

ben dedim: "bilmiyorum.. her filminde mutlaka, Elmadağ'dan Taksim'e
(en azından bir kere) ağır çekimde koşardı.. akabinde o günün en sevilen pop
şarkısı.. kan ve gül.. gül ve diken mesela."

o dedi: "clip'si şarkılardı.. hayatlarımız clip.. ispanyol paça
pantolonlar, fil kulağı yakalı gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, mini
etekler, favoriler ve bıyıklar.. köylü, kentli demeden tüm hanımlar mini etek
giyerdi nerdeyse. on yıl sonra türban vakası patlaması ne garip."

ben dedim: "bu ülke nerelerine yaşıyorsa bunca hayatı.. ezbere
yaşıyor.. çabucak unutuyor.. sıfırın altında belleği.. anılar emeklemiyor."

o dedi: "1 Mayıs ve Taksim'deki onca insanın yeri.. şimdi her galipli
kupa maçı sonrası, ellerinde bir bayrak, dillerinde slogan, kadınlı erkekli
çıkıp tur atıyorlar.. bayraklar ve sloganlar mı değişti yalnız.. nereden
geliyor bu happening çılgınlık. Taksim niye kusmuyor.."

ben dedim: "devrimciliğimiz de biraz Yılmaz Güney markajı içermiyor
muydu.. erkeglerin hepsi birer Yılmaz Güney kopyası değil miydi.. kısa saç,
küt bıyıklar.. hepsi onun yadigarı.. kafa olarak da belki onun nûveleri ve
gûveleriydik.. bütünsüz olamayan çok tümsek tam tamlardık.. kendimiz değildik
ki belki de bundan yandık.. bütünü oluşturan birer tek tük değildik.. çoktuk
ama yoktuk.. belki bundan yenildik."

o dedi: "menekşe yeşili'ydi prenses süreya'nın gözleri.. rıza şah
pehlevi'den çocuğu olmuyor diye nasıl da üzülürdük."

ben dedim: "ne hızlı yaşlanmışız.. yaşlandırılmışız değil mi.. Haldun
Taner yaşımıza gelmeden, Haldun Taner gibi konuşur olduk.."

o dedi: "çünkü bizim her şeyimiz aşırı toplumsal.. buna kalp mi
dayanır, manda gönünden."

ben dedim: "ne güzel şakıyorsun a bülbül.. uzat alt öperceni, az biraz
öpeyim ufarak."

(öpüştük... öpüştük... öpüştük.. öpüştük..)

- susmak vaktidir dedi. bir arkadaşımın evi var.. kendisi kürt ve
şimdi mülteci isveç'te.

- orada oralım mı oralarımız buralarımızı yâni..

atladık bir taksiye.. bile bile yanlış sokaklara girerekten, bile bile
yanlış caddelere çıkaraktan, bile bile taksicinin teybine bir erkin koray
kaseti koyaraktan, bile bile şimdi apartman olmuş arsalardaki çocukluklarımızı
uzaktan severekten, dediği eve geldik.

o dedi: "ellerin niye bu kadar büyük.."
ben dedim: "seni daha büyük kucaklamak için.."
o dedi: "gözlerin niye böyle büyüdü.."
ben dedim: "seni daha net görebilmek için.."
o dedi: "çükün de hemen kalkmış büyükanne"
ben dedim: "gak, guk.. hatta kem, küm.."

sabaha kadar seviştik.. sabaha kadar ter içtik.. öğlen uyandığımda
yastığın öbür ucu sibirya.. sibirya'ya ilişik bir ufacık not'çuk:

"belki yine, rastlaşırız kimbilir.. belki yine, konuşuruz
çocukluğumuzdan.. belki yine, çıkarken anahtarı su saatinin üzerine bırak..
belki yine, seni çok sevdim.. belki yine, kendine iyi bak, sevgili kimsesiz
çocuk jack"
(seni seven pasaklı sally)

kalktım.. giyindim.. anahtarı su saatinin üzerine bıraktım.. vurdum
aşkşamdan kalma kendimi, bir başka istanbul aşkşamına.. gol oldum.

ismimi sormadı.. ismini sormadım.

"ocak 1992"

Metin ÜSTÜNDAĞ