Hayat Beceriksizi

İki saattir aynı kafede oturuyorduk ve ben ne büyük bir eşşekemişim ki iki saattir ‘kedi’ muhabbeti dinleyip ‘Mmm, tabii tabii, aynı fikirdeyim’ diye anlattıklarını onaylıyordum. ‘ Kedi asildir’ dedi, onayladım; ‘ Kedi karakterlidir’ dedi, ‘Bravo’ dedim. Sonra başladım bende kediyi övmeye. ‘Başladım’ dediysem niyetlendim sadece. Çünkü o kedinin bütün meziyetlerini övmüştü, bana övecek bir şey kalmamıştı. ‘Kedi eee… Kedi ööö…’ deyip övecek bir halini, tavrını arıyordum ama bulamıyordum. Sonunda biraz bulamamaktan, biraz da benim ne kadar coşkun bir kedi sever olduğumu anlayıp etkilensin diye ‘ Ben var ya, kedinin …şağını yiyim be! ‘ dedim. Hatta gaza gelip ‘ Keşke imkan olsa da hepimiz kediye bi kere versek, öyle seviyorum yani’ diye de ekledim.Ben böyle deyince kısa bi suskunluk oldu.
Kahvelerimizden son bir yudum aldıktan sonra hesabı isteyip kalktık.
Otobüs durağına sessiz sessiz yürürken tam ben asıl konuya,yani ondan ne kadar çok hoşlandığıma gelecekken, birden yalnız başına uzanmış uyuklayan bir kedi gördü. Koştu, hemen hayvanı kucağına aldı ve ‘Jaanıımmmmm! Jannnnıımmmm ! ne tatlı şeysin sennn Ayyy kıyamaaaammmmm’ diye hayvanı gıdısından sevmeye başladı. Zaten sıcaktan mayışmış kedi de kendini onun körpe kollarına teslim etti. Ben durur muyum? Durmadım! Kediyi bir amaç değil, yakınlaşmak için bir araç görüp bu bağlamda bende ‘Ay Ay! Pofuduk pofuduk’ diye yavşakçasına sevmeye başladım. Ama kedi bana ‘fıffff’ ladı. Bunun üzerine o ‘Senden pek hoşlanmadı galiba’ dedi. Ben, ‘Yok yok! O sevdiğinden öyle yapıyor, diy mi kızısı, diy mi aşkısı?’ diye sevmeye devam ettim. En sonunda hayvan elimi tırmalayınca ve ben de otomatikman ve reflekssel olarak onun anasına küfredince ortam biraz gerildi tabi. Kedi bırakıp otobüs durağına doğru hiç konuşmadan gittik. Otobüse bindi gitti…
Dergiye gittim, konuyu Memo Tembelçizer’e açtım. ‘Bak Memocuğum, benim kedi denen canlısalla alıp veremediğim hiç bir şey yok. Benim derdim bir hayvan bu kadar çok şey yüklenmesinde. Artık kedi, kedi olmaktan çıktı Memo! Ne yazık ki o artık sosyal statü göstergesi oldu, insanlar arası iletişim aracı oldu ve en kötüsü sektör oldu. Yapmayalım, etmeyelim, bir hayvana bu kadar anlam yüklemeyelim. Hayvandır ne yapacağı belli olmaz, yarın bir gün bir şerefsizlik edecek, ben değil siz bütün enteller utanacaksınız! ‘ dedim. ‘Umutçuğum, bence sen kediye haksızlık ediyorsun, tanısan onu sende çok seversin’ diye söze başladı ve o da başladı kediyi ‘ Karakterlidir, sözünün eridir, paraya tamah etmez’ diye övmeye mövmeye.
Bunun üzerine ‘ E öyleyse Memeocuğum ben bundan sonra keseyim sizinle selamı sabahı, gideyim kediyle takılayım. Zira anlattığına göre kedi hepinizden daha şerefli, daha haysiyetli biriymiş. Olur mu a Memocuğum?’ diye sitem ettim. ‘Yıh yıh yıh’ diye güldü. Bende vurdum kapıyı çektim gittim.
Konuyu dergideki diğer arkadaşlara da açtım, ama kime konuştuysam söylediklerimin saçma olduğundan, hayvanları sevmeyen birinin insanları da sevemeyeceğinden, dolayısıyla benim zalim, duygusuz bir denyo olduğumdan falan bahsettiler. Kimseye asıl derdimi anlatamıyordum. ‘Ulan’ dedim ‘yazıklar olsun, şu hayatta bi kedi kadar değerimiz yokmuş’ dedim. Kendimi odama kapattım. Evet yine ben haklıydım. Bütün dergi çalışanları benim sabahtan beri anlatmak isteyip de anlatamadığım şeyi uygulamışlardı. Bana karşı olan nefretlerini, eleştirilerini kedi üzerinden, kediyi kullanarak yönlendiriyorlardı. Bu sevgisiz ortamda daha fazla kalamazdım. Şimdi, şu anda gitmeliydim. Tekrar Memo’nun yanına gidip bu kedi konusunu ayrı kaldığımız zaman zarfı içinde çok düşündüğümü, benim haksız, kendisinin ve tüm dergi çalışanlarının haklı olduğunu söyledim. Ardından da bakkala gideceğimi, dışardan bir şey isteyip istemediğini sordum. İki milyon verdi, iki kutu kola istediğini söyledi. Sonra MetÜst’ün yanına gittim, oda bir sigara istiyormuş. Böyle böyle bütün dergiyi dolaştım. Üç oradan beş buradan alıp 23 milyon gibi yabana atılmayacak bir sakal yaparak vurdum kapıyı çektim gittim. Yolda bilinmezliğe doğru adım adım giderken bir yandan nasıl olup da bu değer kıymet bilmez insanlarla bu kadar yıl birlikte kalabildiğimi düşünüyor, bir yandan da ‘Hayat ne acayip lan’ diye kendi kendime konuşuyordum. Zira daha bu sabah yeni bir aşka yelken açacakken şimdi işi bırakıp çekip gidiyordum.
Beşiktaş’a kadar gittim, parktaki topun üzerine oturup düşünmeye başladım. ‘Vay be’ dedim, ‘bir kedi yüzünden düştüğüm şu hallere bak’ dedim. Yirmi dört yaşına kadar kurduğum şu güzide hayatımı, şerefsiz bir hayvan gelip anında mahvetmişti. Eve gidemezdim, evdekiler işten ayrıldığımı duyarlarsa beni oyarlardı, dergi zaten benim için bitmişti, sersefil sokakta kalmıştım. ,işte o an aklımda şimşek gibi bir fikir çaktı. Neden bu topun içinde yaşamıyordum ki, nasıl olsa gidecek yerim yoktu. Hemen topun içine yırtıp sermek için karton kutu aradım. Bulamadım. İstemek için köşedeki büfeciye gittim. İstemeden önce büfeciyi kıllandırmamak için müşteri kisvesinde iki sosisli yedim, bi limonata içtim. Kesmedi bi de goralı yedim. Artık gönül rahatlığıyla kutuyu isteyebilirdim. ‘Abi, ben ev taşıyorum da, sizde fazla kutu var mı ?’ dedim. ‘Yok’ dedi. ‘Öyle mi abi’ deyip öbür büfeye gittim. Orada da iki goralı, bir kaşarlı yiyip, kutu istedim. O da ‘Yok’ dedi. Bi başka büfeye gidip direk kutuyu istedim; varmış, sağ olsun verdi. Elimde kutuyla sevinç içinde topa doğru giderken, topun orda duran polisleri gördüm. Soğukkanlılığımı koruyup sanki kutunun içinde ağır bir şey taşıyormuşum da, sadece oradan geçiyormuşum gibi yapıp geçip gittim yanlarından. Köşedeki çay bahçesine oturup polislerin topun yanından gitmesini bekledim. Bu bekleyiş çok uzun sürdü, ,içtiğim çayın haddi hesabı yoktu, param bitmek üzereydi. En sonunda kalkıp birazda parkta oturmaya karar verdim. Otururken bir kedi geldi, yanıma koyduğum ve o an her şeyim olan, hakkımla aldığım kutunun içine girdi. Çıkarmak isterken bana ‘ffııffff’ladı, kediyle tartışırken o an kendime yabancılaştım. ‘Lan n’apıyorum ben, mis gibi işimi bırakmış burada bir kutu için bi kediyle uğraşıyorum’ deyip doğruca dergiye, dergime geri döndüm.
Dergi çalışanları gelip siparişlerini sordular. ‘Abi ben bu hayatta hiçbir boka yaramayan bir hayat beceriksiziyim yaa’ diye ağlamaya başladım. MetÜst ‘Hayat Beceriksiziyim de ne demek, siparişleri almadıysan bari paramızı ver lan’ diye kükredi. ‘ Abi ben sizin paranızla goralı, sosisli yedim, çay içtim yaa’ dedim. ‘ Allah belanı versin, haram zıkkım olsun’ deyip dağıldılar. Sonra içlerinden en anlayışlısı olan Memo’ya gidip durumu ağlaya ağlaya ‘Mmmıımmm… Ffıfffffladı… Mmmm… Kutu… Mmmm polisler’ diye anlatmaya çalıştım, anlamadı.
Umut Sarıkaya
Benim de
Söyleyeceklerim
Var !...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder